İkibinli yıllara kadar sürekli olarak konuşulup tartışılan ve 2005 yılından itibaren gerçekleştirilen Yerel Yönetim Reformları, 1930 tarihinden bu yana süregelen yerele ilişkin kronik sorunları bir dizi hukuksal  düzenlemelerle çözmeye çalışmış yapılan tüzel çalışmalarla
bu günkü haline getirilmiştir.

Son elli yılda, küresel demografik, teknolojik ve kentsel gelişme ve ivmelenmelerin bir sorucu olarak ortaya çıkan mekanların daralması, iletişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişme nedeniyle “teknosfer” deki hızlı yoğuşma, lineer çözümlemelerin yanında vertikal çözümlemeleri zorunlu kılarak kentsel tasarımları yeni baştan gözden geçirmek zorunda bırakmıştır. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletlerce yürütülen kökeni 1970 li yıllara kadar dayanan (Habitat I ve Habitat II İnsan yerleşimleri konferanslarında da dile getirilen “insanca yaşama” ilkeleri ve sürdürülebilir kentsel yaşam ve çevre temaları 1982 Anayasası’nın 56 maddesi başta olmak üzere diğer ilgili maddelerinden de temel alınarak yerel yönetimleri ‘kentsel yaşam kalitesinin artırılması’ ve ‘kentlileşme süreçlerinin tamamalanmasına  dair hizmet üretme ve girişimlerde bulunmada başat olarak yükümlemiştir.

Ne var ki, gerek Ana Kent yönetimlerimiz, gerek klasik ölçekli belediyelerimiz bu gelişim sürecine rağmen altyapılarını SKOLASTİK KRONİK ve MASKÜLEN BİR MANTALİTE İLE tasarlamaya devam etmektedirler.

Yerel yönetimler, alt yapı ve üst yapı çalışmalarında çoğu zaman gaflet ve dalalete varan BEN YAPTIM OLDU mantığını her nasılsa terketmek istememektedir. Kamusal politikaların ve yerel kamusal politikaların üstten giydirilmek yerine tabandan teklifi ve sunulması her zaman “ulul emre itaat” dozajıyla gözardı edilmiş, gelişmişliğin, muasır menediyet gerekliliğinin tavandan değil tabandan kamusal politika taleplerinin oluşturulduğu gerçeği çoğunlukla görmezden gelinmiştir. Yerel kamusal hizmet politikalarında çoğulcu ve katılımcı demokrasi ilkeleri, yerini bilâkaydü-şart çoğunluğun yönetimine bırakmıştır.

Yerel yönetimlerin yerel kamusal hizmet ve mekan tasarlamalarında engelliler ve kadınlar kronolojik zamanın kahir ekseriyetinde görmezden gelinmiş, buna ilişkin hukuksal zorunlulukları da “kanunları arkadan dolaşma” kolaylığıyla geçiştirilmeye çalışılmıştır.

Hizmet sunan otoritelerin güçsüz lehine empatik tutum takınmaları, çoğu zaman hizmetin yaygınlığında ve devamlılığında engelleyen faktörler olarak görülmüştür.

En basitinden üst geçitlerin veya alt geçitlerin basamakları ortalama bir ayağın bile sığamayacağı darlıkta yapılırken, kimi kentlerde de etek giyen hanımların asla kullanamayacağı, alttan görülen basamaklar yapılmış, yaya trafiğinde yaya yoğunluğu hiçe sayılarak üst geçidin merdiveni sağ girişli olması gerekirken sol, sol girişli olması gerekirken sağdan yapılmış, kullan(maya çalış)an halka hem emek hem zaman kaybettirecek şekilde tasarlanmıştır. Üst ve/veya alt geçitler imal edilirken, engelliler görülmemiş, görülse de bozuk bir asansörle hukuksal gereklilikler geçiştirilmeye çalışılmıştır. Basit bir üst geçit alt yapısında bile, yer ve konum açısından gereklilik, hizmet tasarımındaki ihtiyaçtan kopuk konsept, alt yapıdaki maskülen tasarım hataları, engellilerin seyretmekle yetineceği, halka sunulan değil yapılın atılan kamusal mekan tasarımları halini almaktadır. Bu haliyle bu yapılar, ihtiyaç gidermekten öte, çoğu zanan çok daha büyük sorunlar üretir hale gelmiştir.

Yerel kamusal mal ve/veya hizmet tasarımlarında tabandan kopukluk, kentsel mekanda yaşayan bireyleri, çoğu zaman sosyal yaşamdan kopartmış, kentleşme ile birlikte sürdürülmesi gereken kentLİleşme çalışmaları, kentlileşme aleyhine gelişmeye devam etmiş, yapı tasarımları, bir dolu beton ve plastik yığınıyla kentsel mekanı nefes alınamayacak ölçüde şişirmiş ve bunaltmıştır.

Kentsel alt ve üst yapıya ilişkin (sözümona) hizmet tasarımları, hemşehri hakkı yerine hemşehri haksızlığını doğurmuştur. Çoğu zaman pozitif ayrımcılık kaygısıyla sunulan kamusal hizmetler, ya hiç kullanılamayacak yerde konuşlandırılmış, ya konsept olarak yanlış tasarlanmış, ya da kentsel demografik seyyaliyet açısından “vur deyince öldür” mantığıyla erkek cinsiyetini yok sayacak şekilde abartılmıştır.

Belediye meclis üyelikleri her ne kadar başkan adaylarının seçim kampanyaları sırasında sponsorluk yapan kişi veya kurumlara rezerve edildiğinden gerçek anlamda demokratik bir yapı olarak görülmese de yine de bu meclislere engelli meclis üyesi, kadın meclis üyesi kotaları getirilmesi şarttır. Maalesef her kentte bulunmayan sivil toplum kuruluşları üstü bir yapısı olan kent konseylerinin etkinliğinin artırılması, gerekirse belediye yasasının 76 maddesi değiştirilerek konsey kararlarının yaptırım gücü olacak şekilde yeniden güncellenmesi vb. hususlar önerilerimiz arasında olacaktır.

Spread the love

Bir cevap yazın